27 Ağustos 2013 Salı

evimizden manzaralar........10

 
 elinde ekmekle dolaşmaya bayılıyor, ama hala pes etmedim. yere serdiğim örtünün üstüne oturtma konusunda ısrarcıyım. bakalım ne zaman pes edecek...insan günde üç kere ev süpürür mü ya...

 
Ali Deniz kardeşine yoğurt yediriyor.
bazen Ali Denizin eline çikolata veriyorum git, kardeşinle beraber ye diye. gidiyor biraz kendi yiyor biraz da kardeşine yediriyor. sonra da mutfaktan bezi alıp hem kendi hem de kardeşinin ağzını siliyor:)) akıllı kuzum benim:))

 
şu silikon tutacaklar en büyük eğlencesi. bitanesini yazlık evde unutunca buraya da bitane aldık:)) bütün gün ellerinde...


 
geçen seneden beri yaptığım etaminler taşınıca çerçeveletirim diyerekten bir kenarda bekliyordu. nihayet çerçevelendiler...

 
vosvos kolleksiyonum...

 
bu da devamı...

 
 
çalışma odamızdaki kitaplığımız....


şu paspası biliyosunuz, fotoğrafını çekmek için serdiğimde hemen üzerine atlıyoalardı. hatta daha bitmeden bile yere serip bakıyım dediğim an ikisi de üstünde bitiyorlardı:))
 
çok sevdiğim biblom:)) Ali Denize hamileyken eşimin teyzesi hediye etmişti:))
 
 

 
bu fotoyu geçen gün face'de de paylaştım. testere 1,5- testere 3,5 diye.
şaka maka 10 gün sonra buçuklanıyor bizimkiler:))
( evet kıuzinin en son hali budur. kabak oldu kendisi)

postun adı evimizden manzaralar ya, işte evimizden görünen  manzara tam olarak bu. ne zaman biter bu inşaat bilmem.


26 Ağustos 2013 Pazartesi

kitap- Işık Bahçeleri- Amin Maalouf

,
Mani dini 3 yüzyılda tüm dinleri kucaklayan ve kapsayan bir din olarak ortaya çıkmış. kurucusu Mani müritleriyle beraber bu hoşgörülü dini yaymak üzere gezgin bir hayat yaşıyor. Maninin yolu Pers kralıyla da kesişiyor ve aralarında ilginç bir ilişki doğuyor. Maninin dini savaşı ve adam öldürmeyi kesinlikle yasakladığı için bu iki insanın doğaya aykırı dostlukları çok uzun ömürlü olmuyor ama hayatları boyunca aralarında bir bağ kalıyor.

kitaptan Manîcilik diniyle ilgili alıntılar;

...ilk başta evrende birbirinden ayrı iki dünya vardı: Aydınlığın dünyasıyla Karanlığın dünyası. Arzu edilebilecek her şey Işık Bahçelerindeydi, karanlıklar ise arzunun yurduydu, kudretli, görkemli, kükreyen bir arzunun. Ve birdenbire iki dünya çarpıştı, evrenin görüp görebileceği en şiddetli, en korkunç çarpışma oldu bu. Böylece Işık zerrecikleri binbir şekle bürünerek Karanlıklara karıştı, bütün yaratıklar, kutsal varlıklar, sular, doğa ve insan böyle doğdu...

Her cansız varlıkta olduğu gibi her canlıda da Işık ile Karanlık yan yana, iç içedir.Bir hurmayı ısırdığınız zaman eti bedeninizi besler, ama tadı , kokusu ve rengi ruhunuzun gıdasısır. Işık içinizde güzellikten, bilgiden beslenen şeydir, hiç durmadan besleyin onu, bedeni doyurmakla yetinmeyin. Duyularınız güzelliği devşiresiniz, ona dokunasınız, koklayasınız, tadasınız, dinleyesiniz, seyredesiniz diye verilmiştir size.Evet kardeşlerim, beş duyunuz Işığı imbikten geçirmeye yarar. Duyularınnıza kokular, ezgiler, renkler sunun. Onları kötü kokulardan, çirkin seslerden, pislikten uzak utun.


bu satır çok vurucu bence. dünyada din adına yapılan katliamları gördükçe insan hak veriyor bazen bu söze...

"bazen merak ediyorum, sırf Tanrı'yı kötü göstermek için, acaba şeytan mı yolluyor dinleri yeryüzüne"

22 Ağustos 2013 Perşembe

kitap-Asal Sayıların Yalnızlığı-Paolo Giordano

 
okuma şenliği için okudum bu kitabı. yazarı benimle aynı yıl doğmuş.
adını duyar duymaz ilgimi çeken bir kitap oldu. belki mesleğim gereği belki de kendimden kaynaklı acayiplerimden dolayı asal sayıları çok severim. öğrencilerime de ballandıra ballandıra anlatırım:))


arka kapak yazısını paylaşmak istiyorum:

Asal sayılar yalnızdırlar; sadece kendilerie ve bire bölünebilirler;asla eşlerini bulamazlar.

Alice ve Mattia da çocukluk tranvalarının gölgesinde yaşarken yapayalnızdırlar. Alice ölümden döndüğü kayak kazasının izlerini taşır, Mattia da engelli kız kardeşinin kayboluşuyla ilgili suçluluk duygusunu. İki genç birbirlerinin yaralı ruhlarının derinlerine inerler.

Büyüdükçe anlarlar ki kaderleri bağlanmış, sadece kendilerine ve brbirlerine bölünebiliyorlar.
Yalnızlığa, sevgiye ve çocuklukta yaşananların ağırlığına dair olağanüstü bir hikaye.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

kitap- Serap- Necip Mahfuz

Daha önceki bir yazar ayında Mısırlı yazar Necip Mahfuz okumuştuk ve bende o zaman yazarın bir kaç kitabını almıştım.
aslında okuduğum diğer Necip Mahfuz kitaplarını çok yavan bulmuştum ama bu kitabı beğendim.

Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor " Freudyen izler taşıyan Serap, Necip Mahfuz'un otobiyografik bir anlatımla kaleme aldığı psikolojik romanlarından biri"

kitapta dağılmış bir evliliğin en küçük çocuğu olan Kamil'in hayat hikayesini kendi ağzından öğreniyoruz. Kamilin annesi Kamilin babasıyla bir kaç kez ayrılıp barışır ve bu evlilikten 3 çocuğu olur, en sonuncusu diğer kardeşlerinden epey  küçük olan Kamildir.
Kamil'in babası diğer iki çocuğu himayesine alır ama Kamil'i alamaz çünkü Kamil'in annesi ve anne tarafından büyükbabası Kamilin babasıyla anlaşırlar.
bundan sonraki kısım bence tam olarak psikopat bir anne hikayesi. çocuğunu kendisine o kadar bağımlı yetiştiriyorki  Kamil yaşıtlarının yaptığı hiçbirşeyi yapamıyor. kimseyle arkadaşlık kuramıyor ve annesi her seferinde ona "sen onlardan çok üstünsün onlar sana layık değiller zaten" diyor.
Kamilin azıcık özgürlük için  isyan ettiği nadir zamanlarda da duygu sömürüsü yoluyla gene yanından ayırmıyor Kamil'i.
Kamilin çocukluğu ve ilk gençliği başarızızlıklarla dolu olarak geçiyor ve dedesinin çabalarıyla bir devlet memurluğu işine giriyor.

kitap buraya kadar iç bayıltıcı . anlatımın kötülüğünden değil , anlatım çok güzel ama Kamilin hayatı gerçekten insanı bunaltacak akdar kötü bence.

kitabın ikinci yarısında ise Kamilin bir kıza aşık olduğunu öğreniyoruz ve bundan sonraki kısım daha sürükleyici ve merak uyandırıcı. hele ki kitabın sonuna doğru çok heyecanlı bir hal alıyor olaylar.

kısacası önyargıyla başladığım bu kitabı severek bitirdim :))

kitaptan bir alıntı:

Ağaçları budar, eğri büğrü dallarını kesip atarız, öyle değil mi? Pekiyi, yaşama uygun olmayan insanları, onlara rağmen korumakta neden bı ısrar? Neden yaşamı bu insanlara dayatmak veya bu insanları yaşama dayatmak için sergilenen bunca gayret, yok hayır yapılan yanlış? Oysa bu insanlar yeryüzünde ürkek birer yabancı gibi dolaşacak ve bazen öylesine tökezleyip korkuya kapılacaklar ki, ne yaptıklarını bilmeden en masum insanları bile ezip geçecekler.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

deprem, içinde , dışında...

17 ağustos 1999 da Trabzondan İstanbula gelmiştim ailemden önce. lise sondaydım ve dershaneler erken açılıyordu.
İstanbula geldim dershaneye bir gün gittim ve deprem oldu.
dershane tatil oldu ama ben Trabzona geri dönmedim. Tek başıma kendi evimizde de kalamadığımdan kuzenimde kalıyordum. onlar bir kaç gün içersinde işe başladılar ve ben evde yalnız kalmaya başladım.
o zamanki cahil cesaretimle evde, hatta etrafta kimseyi tanımadığım bi evde kalmaktan korkmadım hiç
televizyon açamıyordum, içim almıyordu o haberleri, ağlamaktan helak oluyordum.
ben çok şükür depremde hiç bi yakınımı, tanıdığımı kaybetmedim ama o kayıpların hepsi benim yakınımdı sanki. duyduğum , gördüğüm her ölüm için ağladım ağladım...
bi süre sonra hiç televizyon izleyemez oldum..
Adapazarı diyorlardı yerle bir olmuş diyorlardı. o kadar uzaktıki Adapazarı bana. hiç bilmediğim gitmediğim bi şehir... ne işim olurdu benim orda.

öyle olmadı tabi. o sene lise sonu bitirdim üniversiteyi kazandım ve Adapazarına atandım.
o deprem şehrindeydim artık ama açıkçası ben geldiğimde depremin üzerinde 5 yıl geçmişti ve benim gene aklıma gelmedi depremden korkmak.
zaten şehirde kendini yenilemişti ama ya insanlar....

insanlarla tanıştıkça anladım ne travmalar yaşadıklarını.
yakınını kaybetmiş çok insan tanıdım ama bir tanesi hala içimi parçalar. eski oturduğum mahallaede ki Dilek abla depremden kısa süre önce annesini sonra tek kardeşini kaybetmiş. depremde de kocası ve iki çocuğunu , depremden sonra da babasını kaybetmiş. 1 yıl içinde ailesinden herkesi kaybetmiş.
nasıl ayakta durabildiğine hayret ettim hep. Allah sabrını da vermiş ona demekki ama kimseye yaşatmasın onun yaşadıklarını....

sonra öğrencilerim oldu "deprem çocukları" dediğimiz. deprem senesi doğan çadırlarda büyüyen, depremde küçücük çocuk olan..
onlarda gördüm depremin etkilerinin sadece ölmek olmadığını....

şimdi gene Adapazarındayım. bundan sonrak ömrümde hep burda geçecek belki. depremi bazen düşünüyorum evet ama düşünmemeye çalışıyorum.

ama en çok ne zaman aklıma geliyor biliyormusunuz, belki çok piskopatça gelecek ama. annem babam kerdeşim, eşim ve çocuklarım hepimiz aynı çatı altında olduğumuzda. diyorumki Allahım olacaksa şimdi olsun, öleceksek hep beraber, yaşayacaksak hep beraber. hiç birimizi birbirimizden ayırmasın Allah....

Depremde ölenlere rahmet diliyorum milyonuncu kez belki. kalanlara sonsuz sabırlar diliyorum...

kitap- Yokyer- Neil GAİMAN- yazar ayları ağustos

 
Pinucca'nın düzenlediği yazar aylarında Ağusts ayı yazarı Neil Gaiman.
ben de yazarın "yokyer" adlı kitabını okudum.
Yokyer fantastik bir kitap. çoğu türdeşi gibi de sürükleyici tabi:))

konusu kısaca şöyle:

Richard Mayhev kendi halinde, işinde gücünde bir insandır.vaktinin çoğunu gözü biraz yükseklerde olan nişanlısıyla  geçirir. bir gün nişanlıısyla acele bir yerlere yetişmeye çalışrken yolda yaralı bir kız görürler.Richard kızı kurtarır ama bu ona pahalıya mal olur. nişanlısı tarafından terkedilir, yer altında kimsenin farkında bile olmadığı karanlık bir dünyayı keşfeder.
Richard artık ne yeraltındaki dünyaya ne de yer üstündeki dünyaya aittir ve eski yaşantısına dönmek için herşeyi yapar.

gerçek dünyaya döner mi dönmez mi, döndüyse mutlu olur mu , dönmediyse pişman olurmu, hatta hayatta kalabilir mi....
bu soruların cevapları için bakınız "Yokyer":))

13 Ağustos 2013 Salı

kitap mitap...ve bir saçmalama...

 
okuma şenliği bahanesiyle aldığım kitaplar:))

 

                                bunlar da artık okusam şunları dediğim kitaplarım:))

saçmalama:
başlığı koyarken aklıma geldi  bu saçmalama. şimdi hani "kitap mitap", "okul mokul" gibi ikilemeleri çok kullanırız ya biz millet olarak. size de olur mu bilmem mesela mercimek kelimesini ikilemek istiyorum bazen; "mercimek mercimek"... olmuyor ya öyle kalıyorsun sanki boşlukta. benim acayip sinirlerim bozuluyor bu duruma.

tamam onun yerine "mercimek falan" deyip geçiştiriyorum ama keisnlikle tatsız oluyor bence:))

burdan yetkili arkadaşlara sesleniyorum..artık edebiyat mezunları mı alınır üstüne, yoksa tdk yetkilileri mi devreye girer bilmem..." m " ile başlayan kelimeleri ikilemenin bi yolunu bulun lütfen...

sevgiler, mevgiler...

G.A.D...............................(14)

mutfak masasının üstünde akşam yediği çiğköftenin kalanını bırakan eşime gıyabında söyleniyorum,

Ali Deniz de masada yumurtasını yiyor

ben:  ahh savaş ahh  bu burda bırakılır mı?
ali deniz:   neden öyle diyoşun anne
ben: baba çiğköfteyi masanın üstünde bırakmış , dolaba koyması gerekirdi.
ali deniz: ama anne sen ona dolaba koy demişmiydin
ben: hayır , bazı şeyleri söylemeden de yapması gerekir
ali deniz hayır anne söylemen geyekiy

dehşet içindeyim bu erkeklerin bir şeyi söylenmeden yapmaması doğuştanmış demekki. bacak kadar çocuk babasıyla aynı  fikirde:))
..........................................................

anne internetten lahmacun nasıl yapılıur baksana:))
...................................................

anne ben çok büyümicem senin kadar büyücem olur mu?:))
( tamam uzun boylu değilim ama o kadar da kısa değilim ne demek istedi bu çocuk)

................................................
azıcık ateşi olan Ali Deniz'e akşam ateş düşürücü veriyorum.
sabah olunca diyor ki: "anne bana gene ateş düşüyücü veysene"
ben de diyorum ki: " gerek yok ateşin düşmüş"
o da diyor ki: " neyeye düşmüş anne neyeye?

...................................
Kuzey gelmiş abisine pat pat vuruyo.
ben de kızıyorum ikisine de: yapma Kuzi abiye vurulmaz, Ali Deniz sen de kalk ordan izin verme vurmasıa
Ali Deniz: olsun anne öyle deme, kardeşim beni  böyle seviyo..

12 Ağustos 2013 Pazartesi

kitap - Edebiyat Mutluluktur-Zülfü LİVANELİ

Zülfü Livaneli kitaplarını genelde takip etmeye çalışıyorum ama doğruyu söylemek gerekirse şu ana kadar en çok beğendiğim kitabı kendi hayatını anlattığı Sevdalım  Hayat oldu. hatta bir daha okuyasım var şu günlerde:))

"Edebiyat Mutluluktur" Zülfü Livaneli'nin edebiyat üzerine denemelerini topladığı bir kitap.
çok keyifle okudum bu kitabı. nasıl bir bilgi birikimidir bu adamdaki. tekrar hayran kaldım doğrusu:))
bi Zülfü Livaneli okulu olsa da okusak:))

Kuzim de arka kapaktaki Zülfü Livaneli fotoğrafını gösterip gösterip dede diyor bu arada:))

kitap- Lukata- Bekir Sıtkı SEZER

bu kitabı geçen yaz kadıköyden almıştım. ismi ilgimi çekmiş fantastik bir korku kitabı olduğunu düşünmüştüm. kapak resmi de bu fikrimi destekler gibiydi ama öyle değilmiş:)) kitabı okuma şenliği bahanesiyle okumaya karar verince anladım.

konusu kısaca şöyle:

köyde cami avlusuna bir bebek terkediliyor ve bebeği çocuğu olmadığı için kendini içkiye vermiş, aynı zamanda da köyün en zengin adamı olan biri buluyor.
çocuğu eve getirip herkese kendi bebekleri gibi tanıtıyorlar ve bu kız bebeği kendi kızları olarak büyütüyorlar. köyde şüphe çekmemek için de şehire taşınıyorlar.

kız büyüyünce geçmişini sorgulamaya başlıyor ve köye dönüp geçmişinin izini sürmeye başlıyor.
çok iyi yetiştirilmiş bu kız çocuğunun hayatını öğrenirken eğer bu kız çocuğu bu zengin aile tarafından bulunmayıp çocuk esirgeme kurumuna bıraılmış olsaydı başına gelmesi kuvvetle muhtemel olayları da kısaca anlatıyor yazar.

Kitabın önsözü şöyle başlıyor:

Bir yerde bulunan ve sahibi bilinmeyen yitik bir mala Lukata, bunu o yerden alıp kaldırmaya İltikat ve bunu kaldırıp alan kimseye de Mültakıt denirmiş......

Bekir Sıtkı SEZER sanırım hala Hakimlik yapmakta olan bir hukuk adamı. Bu kitap yazarın 5. kitabı aynı zamanda.

Okuma Şenliği 1.ay Durum Değerlendirmesi...


 
Okuma şenliğinde 1. ayımız bitti. ben de 5 kitap okumuşum bu sürede. bi de nedense ben hep şenliğimiz Eylül'ün 9'unda bitecek diye düşünüp bütün kitaplarımı yetiştiremeyeceğimi sandım:)) daha kocaman 2 ayımız varmış önümüzde neyseki...



1- Canımın istediği kitap- Lukata - Bekir Sıtkı SEZER - 175  sayfa - Koleksiyon Yayıncılık - 5 puan

2-150 sayfadan az kitap - Kappa - Ryunosuke AKUTAGAVA - 77 sayfa - Boğaziçi Üniversitesi Yaynıevi - 5 puan

3-Esas mesleği yazarlık olmayan birinin yazdığı kitap - Menekşeler Atlar Oburlar- Hüsnü ARKAN-Kırmızı Kedi- 206 sayfa-20 puan

4-Türü kurgu olmayan kitap- Edebiyat Mutluluktur- Zülfü LİVANELİ- 240 sayfa - Doğan Kitap-20 puan

5-400 sayfadan uzun bir kitap- Spinoza Problemi- Irvin D. YALOM- 445 sayfa- Kabalcı - 25 puan

Toplamda 75 puan toplamışım:))

6 Ağustos 2013 Salı

kitap- Spinoza Problemi- Irvin D. YALOM

Irvin Yalom'un Nietche Ağladığında kitabını okuyanlar bilir, kitapta gerçek olaylar ve düşünceler bir kurgunun içersine yedirilerek verilir ve en ağır düşünceler bile kolayca anlaşılabilir.
bu kitap ta aynı şekilde yazılmış.

kitap iki farklı zamanda ve mekanda geçiyor.

Bir yanda 1600' lü yıllarda Amsterdamda ilk gençliğini yaşayan ve kendi varlığını , cemaatini sorgulayan Bento Spinioza'nın hayatı anlatılıyor. Bento sapkın düşünceleri yüzünden Yahudi cemaatinden aforoz ediliyor. zaten yapısı gereği çok arkadaş canlısı olmayan Bento bunu bir fırsata çevirerek kendi iç dünyasına yöneliyor ve eserlerini ortaya çıkarıyor. biz Bento'nun gerçek olan düşüncelerini kurgu bir kahraman olan Francoyla sohbetlerinden öğreniyoruz.

diğer yanda 1900 'lü yıllarda yaşayan Alfred Rosenberg'in kendini bulma çabalarına tanık oluyoruz. daha okuldayken öğretmenleri tarafından aşırı ırkçı tavırları farkediliyor. öğretenleri ona çok sevdiği yazar Goethe'nin hayran olduuğu filozof Spinoza'yı araştırma ödevini ceza olarak veriyor. bu Alfred için korkunç bir şey çünkü Almanların üstün ırk olduğunu savunan bir genç için Yahudi bir filozofu okumak bile aşşağılayıcı bir şey. zorlada olsa bu görevi yerine getiriyor ve hayatının her döneminde Spinoza problemini sorguluyor.

Alfred Rosenberg gerçek bir karakter. Hitlerin akıl hocalığını yapmış aslında Hitleri yaratmış olan kişi denilebilir onun için. hayatını, kendini Hitlere sevdirmeye adamış ama hiç bir zaman bunu sağlayamamış asosyal , takıntılı ve aşırı megolaman bir tip.

Alfredin düşüncelerini de gene kurgu bir karakter olan , aynı zamanda Alfredin dostu terapist olan Friedrich Pfister'le yaptığı sohbetlerden öğreniyoruz.

dediğim gibi Irvin Yalom gene kolay okunan bir roman yazmış. içinde hem tarihi olaylara hem
de Spinoza gibi bir filozofun düşüncelerinin tamamına olmasa da ana hatlarına yer verdiği bu romanı çok güzel bir dil ve kurguyla yazmış. kesinlikle tavsiye ederim...

2 Ağustos 2013 Cuma

nostaljik paspasım:))




evet nihayet bitti. kocaman bişey oldu bitince de. kollarım koptu örerken o kadar ağırlaştı ki. bi de normalden daha uzun şişler varmış paspas örmek için. onları kontrol etmek ayrıca eziyet oldu benim için.
üçlü koltuğun ortasına oturup yanlarıma kimseyi oturmuyordum örerken:))

eskiden çok vardı bunlardan.  ben de küçükken artık iplerden küçük küçük böyle paspaslar örerdim. babannem öğretmişti bana galiba:))

bu arada çektiğim fotoğraflardan eller ayaklar eksik olmuyor :))


 
artan iplerden da böyle uzunca bişey örüyorum. ince bi tığla örünce tok duruyo. altına da belki kaydırmaz falan dikerim. yolluk gibi olur diye düşündüm. şişle örülen yuvarlak paspastan sonra ilaç gibi geldi bana valla:))

1 Ağustos 2013 Perşembe

çoktan anılarda kalan tatilimiz...

 
bu sene ücretsiz izinde olmamı fırsat bilerek mayıs ayında yaptık tatilimizi. bir daha böyle bir fırsa zor olur:))çocuklarla gideceğimiz ilk tatildi o yüzden biraz stresliydim en başta ama daha önce de söylediğim gibi korktuğum kadar kötü olmadı.
 
 
 
 
 
ben otel tatillerinden hiç hoşlanmam aslında ama çocuklar küçükken gidilebilecek en iyi yer bence her şey dahil oteller.
bana kalsa geze geze gidilen küçük pansiyonlarda konaklanan, gerekirse güze bir manzara karşısında arabada sabahlanan doğaçlama tatiller.

 
 
 
gene de yolda giderken gördüğümüz tabelaları değerlendirmeye çalıştık. Burdur'daki İnsuyu mağarasına uğradık. daha önce gördüğüm bir çok mağaradan bir farkı içinde kocaman bir göl olmasıydı ve ben bakmaya doyamadım o göle. çok güzeldi gerçekten.
 
 


tatilimizin tamamının geçtiği çocuk havuzu ve etrafı:))

 
 Kuzey Denizin ayran keyfi...

 
 Ali Deniz Hockeye merak saldı Allahtan oyun alanını son gün keşfetti yoksa çıkaramazdık onu ordan.
 
 
oyunun mantığını henüz keşfedemedi. gol yiyince de atınca da seviniyo şapşal:))

 
 Ali Deniz eğlenir de Kuzi durur mu?

 
Ali Denizle fotoğraf çekilme mücadelemiz.

 
Ali Deniz'in objektifinden biz...


 
dönüşte de Antalyada'daki akvaryuma uğradık.


Akvaryumun bahçesinde çocukları çimene saldık:)) malum bizi uzun bir yol bekliyordu.


 
 
kuzucuklarım..
 


bu yazının ana fikri de şudur:
" en güzel çocuk uyuyan çocuk"